Google

Ben iyiyim de, çevrem kötü...

16 Kasım 2014 Pazar

"Dün sabah seni gördüm. Aklın takılmış yine balıklara"

Ne ilkel evler inşa edebiliyorlar kendilerine ne de teknolojik gelişmelerine fırsat veriliyor hayatları "olta"lanarak. Balıkların alienlarıyız resmen! Her gece birkaçını aralarından alıp, içini açıp tüm iç organlarını çıkarıp, sonra onları yiyiyoruz ve kalan kısımlarını da bir diğer alien türü olan kedileri verip, bu dünyaya ait hiçbir parçalarını bırakmıyoruz. Sanki hiç olmamışlar gibi... 
Dudakları hayatının zorlu şartları yüzünden yer çekimine karşı koyamayan bir ifadeyle hiç gülümseyemeden son buluyor. Ellerimde tuttuğum birkaç ölü balığın yüzündeki o yorgun ifadeyi unutmak... "Boşuna ölmedin balık! Bana türlü faydalar getireceksin." diyorum içimden... Ama türümüz bile aynı değilken, niye bir teselli olsun ki benim için yapacağı iyilik ve hayatını geride bırakmak:S Her neyse işteah... Mor ve ötesi önceden sezmiş ne düşüneceğimi ve dün sabah beni görmüş aklı takık bir şekilde balıklaraaa... Tıpkı diğer günlerde de olduğu gibi...
Küçük bir fanus içinde konuşabilecek veya empati kurabileceği kimse bile yokken, sürekli aynı yerde durmadan dört dönmek, başka bir aktivite olmaksızın... Böyle bir hayat yaşarlarken, onlara beş dakika bile bakmak, onların depresyonunu yaşatıyor insana ve kimine de huzur veriyor bu, şarap kadehlerinin içindelerken, insanların şuh kahkaları ise fon müziğiyken gerilimli mekanlarda... O bu değil de... Şimdi hamsi olaydı iyiydi. Eğer aileden kimse geride kalmazsa bu insafsızlık sayılmaz gibi... Doymam için bir hamsi sülalesi yeterli...


Balık

15 Kasım 2014 Cumartesi

Mevsimsel İvmeleşmeler...

“Sonbahar” veya “kasım” deyince kırık bir hale gelip, hassaslaşıp ibneleşen bünyeler yüzünden sonbahar, sarı veya kahverengi tonlardan, içinde “kasım”, “sonbahar” geçen sevdiğim veya sevmediğim film, müzik ve her türlü zımbırtıdan nefret edip, hayatımın 3-4 ayını sonbaharın başka bir mevsime denk geldiği bir yere göç ederek orada geçirmek istiyorum, sıcak havalardan üstüne işenmiş gibi sıcak veya ılık ve ıslak bir his ve boğuk, boğan, boğucu, nefes kesici bir koku almış hissi yaşayarak tiksinen biri olmama rağmen…
Mevsimsel olayları içselleştirmeyip, duygusallaştırmayıp, kendine mal etmeyip, sloglanlaştırmayıp, sadece bir hava olayı olarak nesnel bir şekilde kabul edebilseniz ne süper olur ha! Sinirden ruh halime uygun şarkı dinleyemiyorum isimleri sonbahar diye mevsim sonbahar olsa da olmasa da!!
Yağmur yağınca duygusala bağlayanlar, kasımda aşkın başka olduğuna kanaat getirmişler, kar yağınca üzerine battaniye örtüp sıcak bir şey içip film izlemek isteyen, sonbaharda yapraklar sararınca ayrı bir bohem moduna, ilkbaharda çiçeklerin ve kaşıntı yumağı polenlerin belirmesiyle depresif bir mutluluğun peşinde ayakları yerden kesilip koşmaya uçmaya meyleden pötürcükler, yazınsa, selülitlerine rağmen vücudunu sergilemeye meyilli ve havada aşk kokusu alan duyuları hassas menopoz fisunların duygu patlamalarından ve koca kıçlar tarafından her mevsimde giyilmeye başlanan taytlardan gına geldi! Bi boku da sevmeyin Allah aşkına yaa… İğrençsiniz!


sonbahar kasım

10 Kasım 2014 Pazartesi

Noi Albinoi

Noi Albinoi


Yavaş ve İzlanda soğuğunu içinize sokan; sanat filmleri yavaşlığından hoşlanmayanların bile bir nebze kabul edilebilir bulacağı hızda olan soğuk bir İzlanda filmidir. Orta yerinde, o an deli saçması gelen ama yine de kafaya kazınan Kierkegaard’ın “Ya/ Ya da” şiiridir aslında film. İki uçlu olan dilemma silsilelerinden oluşan hayatı yavaş ve özümseyerek anlatırken, “Ya izleyin ya da izlemeyin. Ya da her ikisi için de pişman olun.”u da sıkıştırır sanki hissiyat olarak. Yani sıkılmadan izlense bile, arkasında bıraktıkları ne yaparsak yapalım geriye kalan ihtimalin merakı ve hangi seçim daha doğruydu endişesinin sesli söylenişi olduğu için çok da işe gelmez, adında bile bir başa dönüşü anlatan “Noi Albinoi”.

Kalın bir buz tabakası altındaki toprağı bulup, mezar kazmaya çalışan bir ülkedeki insanların ruh hali nasıl olabilirse, sonuna kadar hissettirebilen bir filmdir.

7 Ekim 2014 Salı

Arabasının Sileceğini Parmağıyla Sıvayabilen Adam

İnsanlar, arabalarının en pislik olabilecek parçaları insan olsa, aynı bardaktan su içebilirlermiş gibi samimi davranınca çok tuhaf hissediyorum ama kınayamıyorum da... Çünkü mal, canın yongasıdır. Ama bu "yonga" nedir, ikamesi nedir, nereden türemiştir hiç bilemedim...

4 Ekim 2014 Cumartesi

Bir Garip Öğrenci

Hayatımda ilk defa arkadaşlarım tarafından tuhaf karşılanmam, okul bahçesinde düzgün bir şekilde sırada durmamız için bizi ayazda bekletirlerken, anaokuluna gitmektense, hasta olup evimde battaniye altında yatmayı tercih edeceğimi söylediğimde gerçekleşmişti. Okula gitmekten nefret etmeye çekirdekten başlamış bir insan olarak, mevcuttaki okuma azmime hayret ediyorum (anasını satayım!).

Sınıfta her öğrenciye ait, elma şeklinde kesilerek hazırlanmış kartonlar panolara yapıştırılır ve okuması düzgün olanların elmaları gün geçtikçe kızarırdı. Yüzü allanmış Pollyanna'lardan biri olup, utanç duvarında kızarıklığı artmış bir elma olmak istemediğim için hiçbir zaman okumamı düzeltmek istemedim. Okurken teklesem de anlamam gerekeni anlamış olmak bana yetiyordu: Ben onların büyükanneleri değildim ki onlara akıcı bir şekilde masal okuyayım... Zaten bananeydi Ali'nin topla ilişkisi ve Emel'in evine gitmiş olması.

"Bir insanın güzel olup olmadığı, yazısının güzel olup olmamasına göre anlaşılır." diyen bir öğretmenle öğrenme arefesine girildiğinde, zaten çirkin olduğumu biliyordum diye bir öğrenilmiş çaresizlik içine girip, yazımı düzeltmeye tenezzül bile etmedim. Elim böyle hareket ediyordu, ne yapsaydım?! İtaatkar arkadaşlarım "Ama çirkinlerin çirkin yazısı olur Şeyda..." dediklerinde, "Zaten çirkinim. Yazım güzelleşince birden güzelleşecek miyim?" deyip, yazmaya bildiğim gibi devam ettim.

Güzelliği sığlaştıran ve tek kelam etmeden birbirine aşık olan zengin erkek ve biraz süslenmiş fakir kız masallarıyla sanki evlenince hayat mutlu bir şekilde sona eriyormuş gibi yüzeysel reklamlar sunan eğitim sistemimiz karşısında hala mutluluğu bir koca bulmuş olmakla ilişkilendirmeden yaşamaya devam edenlerdenim. Bir üst level olarak karşıma bölüm canavarı olarak çıkan yüksek lisansta da eğitim sisteminin öğretilerine karşı durarak, arkadaşlarımın yadırgar bakışlarıyla bunu da atlatmayı planlıyorum.

8 Eylül 2014 Pazartesi

Plazaya girdik sanırken, aslında plazanın bize girmesi

İtaat beklediğimiz için taktığımız kravatlar, sürüklenmemizi kolaylaştırmaktan başka ne işe yarıyor acaba? Saygı beklerkenki histerik halimiz çok acıklı görünüyordur muhtemelen kural belirleyenler için. Giyim, saç-sakal kuralları, saygı görmemiz için değil; evcilleştirilmiş birer düşünebilen hayvan olduğumuz için... "Merhaba"sız başlayıp, "Saygılarımla" biten maillerim buna tek tepkim olabiliyor, "Normal şartlarda seninle işim olmazdı fakat, etik gereği sana saygı göstermeye çalışıyorum." formatlı maillerimle. Formal mailler attığımız bir iş sahibi olduğumuzda, saygıdeğer bir işimiz olduğu sanılsa da, aslında hep biz saygı göstermek zorunda kalıyoruz. Herkese saygı duymak zorunda kalan kuklalarız...Kapitalizm kakadır demiyorum; hayat böyledir diyorum. Kendini statü sahibi sanıp, kibirlenmek niyedir, Sayın Maşa?
plaza

4 Eylül 2014 Perşembe

Çeklaçek?

Eskiden,kolunu tam gaz ileri uzatıp, boynunu da olabildiğince gıdılı bir şekilde geriye çekerek; parmak uçlarından kazanacağı birkaç milimetreyi de hesaba katmak suretiyle cep telefonlarını zar zor ellerinde tutmayı başaran insanlar, çekebildikleri 10 fotoğraftan 1'inde kadrajın bir kısmında yer alabiliyorken; artık sanki bir başkası tarafından çekilmiş gibi, kadrajın tam ortasında ve kamerayla aralarında ideal bir mesafe bulunuyormuşcasına fotoğraf ve vinelarını nasıl çekebiliyorlar? Teknolojiyle eş zamanlı bir mutasyona girip; elimiz kolumuz mu uzuyor, noluyor yahu? Nasıl bu "işin profesyoneli" olundu?

Dünya çok kötüye gidiyor gibi geliyor. Street Fighter'daki Dhalsim olduk. Yakında kavga ederken, yumrukla kafa koparıp; adam yarıp, ışıklar saça saça adam da döveriz:S OWWW ŞEETTT!!! Daha da sokağa çıkmam!

3 Eylül 2014 Çarşamba

Balonun Sapı!

Bir çocuğun eline önce bir sürü rengarenk balon verip, sonra onları satmasını istemek nasıl bir bünye gerektirir? Ve mutluluğun, balonlara sahip olmak değil; onları satmak olduğu çocukluk, nasıl bir çocukluktur?
Bunun hayalini bile kuramıyorsak, ailemize olan borcumuzu asla ödeyemeyeceğimizin göstergesidir. Hayat, bireysel değil; "fucking team work"tür ve "kıç", bu benim hayatım deyip, sana değer veren insanlara dönülüp, götürülesi bir şey değildir. Bu da aileyi bırakmamak için kendime telkindir.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Telaffuz

Enrique Iglesias'ın aksanının bile yıllardır düzelmediği bir dünyada, akıcı ve düzgün İngilizce konuşamayacağımın bilincine vararak ve bu durumun Enrique'nin deyimiyle "fürevıaa" süreceğini bilerek, tüm çabalarıma bir son veriyorum.
Haydi başta bilmiyordu falan, cehaletine katılan İspanyol aksanı seksiydi ama ilk günden beri hiç mi gelişme kat edilmez?! Meğer boşuna boynu bükük durmuyormuş: Hep bir ezik hem bir yazıklı... Umutlarımı kırıyor bu adam benim bea!

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Şeyda'yla Mutfak Kiyfi: Nasıl Waffle Yapamadım?!

Canımın Waffle çekmesiyle, bir de bunu deneyeyim bakalım dedim. Daha önce Çikolata Topları, Üç Çikolatalı Browni ve az hüsranlı Un Kurabiyesi tariflerini tam ölçüleriyle ve videolarıyla veren Tefal’in internet sitesinden Tefal’in sanırım hiçbir ürününü kullanmadan, çok da fena olmayan sonuçlar almıştım. Belki de “haşlanmış patates”e hiç bulaşmadan zirvede bırakmalıydım, bilemiyorum. Bu sefer videosuz fakat pek detaylı bir tefal Çikolatalı Waffle tarifini denemeye meylettim. Hakkımda hayırlısı dedim ama, aslında nasıl yapmamam gereken tarifi veriyorum:

1-Öncelikle artık görevini taşınabilir olmaktan çıkarıp, emekliliğini verip "herhangi bir şeyler üstü" bilgisayar haline gelmiş; prize takılı olmadan çalışmayan bilgisayarımı mutfağa taşıyamayacağım için tarifin fotoğrafını çekerek mutfağa girdim. Malzemelerimi aşağıdaki listeye göre birazcık modifiyeli olarak hazırladım. 
Waffle


2-Süt paketinin pimini çekerek tehlikeli bir denemeye yelken açtım ve sütü bir gıdım bile yere dökmeden bardağa usulca süzülmesi için değişik tekniklerle yaklaştım. Mesela,gövdesinden yavaşça bastırıp, havasını almak. Huhh huu… Şeydanım’dan türlü tüyolar da hah… İnsan anında moda giriyormuş:)
Waffle

3- Başta 60 gram yağın ne olduğunu anlarım sanmıştım. Fakat, iş ciddiye binince "göz kararı"mın güvenilmezliğine inanarak, internetten 60 gramın neye tekabül ettiğine bakmak için yeniden laptopın yanına döndüm. “60 gram tereyağı ne kadar” aramamla,  http://cafefernando.com/turkce/olculer/sonucunu buldum. Buraya göre 15 gram tereyağı, 1 çorba kaşığıymış. Matematiğimi kullanarak 60/15=4 yemek kaşığıdır sonucunu buldum. Bu kaşık tepeleme midir, yoksa normal insanın bir kaşık algısı kadar mıdır hiç anlayamadım ama devam…
4-Yumurtanın sarısını beyazıyla ayırdım. “Bu kadar sarı da kaçar canım!” diye moralimi bozmadım da hemen tabii.
Waffle

5-Diğer malzemeleri de koyup karıştırdım. “Ula yine mi topak! Hani sıcak değilken topaklanmazdı… Neyse sanırım çok değil.” diye devam ettim. 
6- Tavaya karışımı döküp, üzerini  kapak ile kapattım. Anam bu ne fena kabardı! Ama sabret birazdan olacak, dedim.
Waffle

7- Dayanamayıp tavadan tabağa almaya çalıştığımdaki görüntü buydu:
Dibine tutmak sanırım bu… Bayağı dibine tutulmuştu, zor arındırdım…
Waffle

8- Sanırım yukarıdan da ısı harbiden gerekiyormuş diye, tavadan çıkardığım karışımı tost makinesine koydum. Belki de gerçekten waffle makinesi gerekiyormuş diye de düşünmedim değil:(
9-Tost makinesine koyduğum mevtayı sürekli açıp kontrol ettim fakat, hiçbir aksiyon yoktu daha fazla kararmasından başka.  (Utancımdan fotoğrafını çekemedim bunun.)
10-Karışımı bir de daha geniş bir tavaya incecik yaymayı denedim üçüncü kez yılmadan.
Waffle

 Sonuç: Bence nimetle, yemek yapma denemesi yapılmaz; Allah çarpar! Daha da mutfağa girmem! 
Waffle



Ayrıca sorun tarifte de olabilir. Çünkü hem tadı çok kötü ve şekerliydi, hem ev yumurta koktu :(

22 Ağustos 2014 Cuma

Oresund Bridge Olsa Da İzlese İdik...

Şurada biraz oturup ışıkları izlesem iyi olurum ben. Biraz sessiz ol sadece ve ben de susayım. Üstümün kirlenmesi, tozlanması, sokaktaki tükürükler ve kusmuklar inan umurumda değil. Normalde düşünürüm bunları ama şimdi yapsam iyi gelecek sanki. Kötü olduğumdan değil; huzur… biraz sadece…  ya da biraz daha huzur sadece… Kendimi güvenceye alıp, yalnız kalmak istiyorum ya da öyle hissetmek. Yanımdayken, biraz daha yokmuş gibi davranabilir misin? Ben bencilim. Cümlelerine “ben”le başlayan herkes kadar bencilim ama sadece... Paylaşacak şeyim yok belki de ondan paylaşamıyorumdur. Bir mutsuzluğum yok gerçekten. Sadece sessizliğin olduğu ve ışıkların göründüğü karanlıkları seviyorum. Gözlerimin dolması aklıma takılanlardan değil… Huzur insanın içini burkmaz mı hani… Çok mutluluk veren şarkılara eşlik ederken birden nefesin tıkanır ve bir kelimesini daha söylersen hıçkırarak ve kahkaha atarak ağlama isteği gelir ya insana… Susar o yüzden… Öyle diyorum yani… Oturup da izlesek sadece… Neye baktığımı bile bilmeden, sessizce oturup izlesem... Bana… bir şeyler sorulmasa hiç…

Amsterdam Olsa Da Gitse İdik...

Her şeyden bıkıp, ötanazi hakkına sahip olabilmek için gidebileceğim bir ülkede ölümsüz olmak isteyecek olmam kadar ironik olmak zorunda mıdır ki her şey? Bence olmamalı fakat, oluyor kendileri...

21 Ağustos 2014 Perşembe

"Çocukluktu en zor zamanlar. Geçti artık... bundan sonrası daha rahat."  diyorum. Oysa ki, sadece pes etmeyi öğreniyormuşum çocukken; mücadele etmemek için bir savaşıyormuşum. Buymuş tüm mücadelem... eskinin daha yorucu olması... "Bundan sonrası" rahat falan değil... ben artık sadece her şeyi bir kenara bırakmışım. Ondanmış bu daha hareketsiz, dingin, huzurlu geçen zaman. Hayatımın bundan sonraki kısmını dondurmak istiyorum, görmek istemiyorum, yaşamak istemiyorum. kimseyi duymak, görmek istemiyorum. Hayatıma kimseyi dahil etmek istemiyorum. Kimsenin beni görmesini istemiyorum. Kimsenin yaşadığımı görmesini istemiyorum. Kimsenin nasıl yaşadığımı görmesini istemiyorum. Ben hiçbir şey istemiyorum. Sadece hissizlik… ve büyüyor... ve özensizliğiim de işte bu yüzden...

Ya Aynıydım ya da Yoktum!

Bugün ayın kaçı inan bilmek istemiyorum. Aradığım sadece huzur! Ayağımı sadece tek bir yere uzatmak istiyorum; tüm bu iğrençlikler yüzünden mideme giren krampları engellemek için sürekli hareket etmek değil! Yorganımı tekmelemek düşüncelerimden uzaklaştırmaya yetmiyor. Titremelerim ne zevkten ne de soğuktan... ben... sadece iğreniyorum!

Bazı kelimeler insanın hayatına saplıdır: yönlendirilemez, yönlendiremez, sevilemez, sevemez, hissiz, huzursuz! Ne kadar kırmaya çalışsan da kırılamaz şeylermiş; saplı kalan saplı kalırmış ve onun dışındaki her şey de daha çok kırılırmış. 

Artık hayatında olanlardan habersiz olan tüm o masum olmadığını düşündüklerinden daha masumiyetsiz olmak, onların senden habersizce seni düşünüyor olmaları ve olabileceğinin en kötüsü olmak!!!

Ama karanlıkta herkesin yüzü aynıdır ya da kimsenin yüzü yoktur!

Demem o ki: utanmak boşadır o yüzden.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Uzak Durulası Top 100'üm!

1-sanatçı ruhlular
2-elektro gitar veya bateri çalıyorum diyenler
3-annesi günde en az 2 kere arayanlar
4-puzzle ve eksik parça muhabbeti yapanlar
5-muhtelif burçlular
6-ellerini ensesinde kavuşturup, bacaklarını ayırarak, oturup konuşanlar
7- pembe renkli bir şeyler giyenler
8-salak salak kaprislere tahammül edebilenler
9-aşırı nazikler, centilmenler
10-düşük veya dar omuzlular
11-parmak arası terlik giyenler
12- v yakalı ve v yakalı dekolteli giyenler
13- ense traşı olmayanlar
14-boynuna tespih takanlar
15-büyük planları olanlar
16-her şeyden biraz yapmış olanlar
17- her şeyi biraz da olsa yapabilirler
18-arabayla seri hareket yapanlar
19-aşırı düşünceliler
20- "ben bir gün..." diye cümleler kurarak her saniye bir anısını anlatabilenler
21- her konuşmasında askerlik anılarını anlatanlar
22- her konuşmasında başka bir ülke anılarını anlatanlar
23- bir müzik grubu olanlar
24- her duyduğuna hayret edenler
25- her şeyi fazla garipseyenler
26- sırnaşık şakalar yapanlar
27- geri dönüşüm kutusundan geri döndürülenler
28- sarılırken ele gelirliği test eder gibi yapanlar
29- her şeye yakınanlar
30- genellikle mağduriyetlerinden bahsedenler
31- kuruş kuruş hesap yapanlar
32- ben erkeğim hesabı ben öderim diyenler
33- tuttuğu takımla şehir şehir gezenler
34- futboldan hiç haz etmeyenler
35- rayban güneş gözlüğü takanlar
36- yakışıklı olduğuna kanaat getirmiş olanlar
37- aşırı rahat takılanlar
38- “hallederiz yeaa, raaad ol” ya da “ben hallederim”ciler
39- alınıp “hıı tamam yaa” diyerek göz temasını kesip, başını aşağı indirenler ve sonraki her cümlesinde intikam alır gibi konuşup kahkaha atanlar
40- tuvaletten çıkınca ellerini yıkadığının göstergesi olarak ellerini ıslak bırakmayanlar
41- kendini her ortam içine sokmaya çalışanlar
42- espri yapmaya çalışanlar
43- “ben her türlü ortamda güneş gibi doğarım yeaa” psikolojisiyle hareket edenler          
44- espri yaptığını sanıp ortalığa bakıp “ne komiğim dimi yaaa” diye onay beklerken herkesten fazla gülenler
45- memleketine fazla bağlılar ve tipik özelliklerini fazla barındıranlar
46- kurtlar vadisi vb.. atarlı dizi ve filmleri sevenler
47- elinde cep telefonu ve arabasının anahtarıyla gezen beyaz ayakkabılılar
48- bir siyasi görüşe aşırı derecede bağlı olanlar.
49- cumhuriyetle ilgili bir fikri olmadığı halde cumhuriyetçi olduğunu iddia eden güzel oğlanlar
50- her gün memleketi kurtaranlar
51- fazla güzel oğlanlar
52- kısa boylu ve kilolular
53- uzun boylu ve zayıflar
54- çenesinde ufak bir sakal birikintisi olanlar
55- “geçen arkadaşlarla şuradaydım…”cılar
56- “takıl bana yaaa…”cılar
57- sığlar
58- detayları hiç önemsemeyenler
59- detayları fazla önemseyip osuruktan nem kapanlar
60- hep tüme varanlar
61- hiç tüme varamayanlar
62- beni artık tamamen anladığını sanıp “sen kesin böyle düşünüp de böyle demişsindir” diye dünyanın en öküzce düşünen insanıymışım gibi davranıp, kıçından element uyduranlar
63- kimsenin kendine karşı koyamayacağını sanıp bir şekilde karşısındaki elde edebileceğini düşünenler
64- bir gün unutacaklar
65- yakın zamanda unutacaklar
66- sadece görünce hatırlayacaklar
67- görse de hatırlamayacaklar
68- “seni özledim” diyenler
69- görünce “seni özlemişim” diyenler
70- korkulması gereken biri olduğumu düşünenler
71- benden hiç korkmayanlar
72- dünyaya dair hiçbir fikrim olmadığını düşünenler
73- sadece konuşunca ne düşündüğümü anlayabilenler
74- çekindiği için bir şeyler söyleyemeyenler
75- demesi gereken şeyleri başkasına söyletenler
76- götlekler
77- başkalarını iplemediğini gösterip, kendince hava yapanlar
78- sürekli olarak “seni asla hayatımdan çıkartmam” deyip sonra türlü hallere girenler
79- “süper kızsın sen yaaa” diyenler
80- 30 yaşından sonra ya da kimseyi bulamayınca benimle evlenebileceğini söyleyenler
81- hiçbir kadını kolay kolay beğenmeyenler
82- her kadını hemen beğenenler
83- bir kadını beğendiği halde beğenmediğini iddia edenler
84- elektronik veya tekno müzik dinleyenler
85- dj performanslarını izleyip, dinleyebilenler
86- bıraksalar 24 saat uyuyabilecekler
87- dışarı çıkartmak için yalvarılması gerekenler
88- bir yere gitmeye söz verip, sonra arandığında ulaşılamayanlar
89- sevmediği bir ortamda keyifsiz keyifsiz oturanlar
90- sevmediği bir şey yapılınca keyifsiz keyifsiz oturanlar
91- insanları idare edemeyenler
92- “ben ortama uymam, ortam bana uysun”cular
93- fazla prensip sahipleri
94- prensiplerinden aslaaa ödün vermeyenler
95- kabul görmek için her türlü şekle girenler
96- sırf karşısındaki öyle istiyor diye öyle yapanlar
97- sürekli mutlular
98- sürekli mutsuzlar
99- zaman zaman hayatı fazla sorgulayanlar
100- ben “farketmez sen seç” diyince inatla “sen söyle, sen seç diyenler” ve hep bir alternatifi bulunmayanlar

Soho'da da olsak, Adabazaar, Adabazaar'dır.
Soho/ London
Soho/London

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Taciz edeni, taciz ederim...!!!

Natural History Museum Wooden / Wood
Natural  History Museum / London 

Aslında hiç sevmediğim şeylerden biri olan, mimari ürün fotoğrafçılığına turist olmamın verdiği hevesle bir nebze adapte olmuşken, tam beş dakika ağaç gövdesinin yalnız kalmasını beklememe rağmen, üzerindeki anlamsız yazıları çözebileceğine inanan adam için kadrajımı biraz daha değiştirip, "Sen benim kadrajımı taciz ettin, al bu da sana girsin!!!" fotoğrafım...

O odunun önünde yarım saat durarak tüm merdiven borusunu hak etmiş zat'a elimi korkak alıştırmadan....... bir nevi monte işlemi...

London's Rubbish

"Batıda insanlar osursa kokmazmış!" adlı çalışmam...
Angel / London
London Bridge / London

Sigara içme yasağı, yasakların en yasağıdır...


Alkol, porno ve sağlığa zararlı yiyeceklerin yanında en yasak, sigaradır mıdır?! :)


Yemisim Netas'ini artik! İstanbul'a tasindigimdan beri, her daim elimin altinda bulunan, potansiyel yakisikli insan kaynagiydi Netas, gitmesem de gormesem de. Hep orada calisan yagiz bir delikanliyla karsilasip evlenecegimi falan dusunurdum. Cocukken is adami-is kadini figuru; soguk, yuksek ve havali bir plaza icinde canlanirdi, kafamiza sanki zorla ve caktirmadan cakilmis bir sekilde ne hikmetse. Netas'in kampus havasinda, yesillikler arasinda, bodur bina ortusuyle bagdasmazdi ve kimsenin kodamanlik hayali bu degildi hicbir zaman... Daha soguk daha ciddi daha mesafeliydi ve betonlari daha bir katliydi ki, sonuna kadar hissedelim parayi ve katlar arasi kati farklari. Kapitalist dunya gozlerimizi yukseklere diktiginden beri yeryuzundeki huzur bizi terk etti. Kampusun nesesi ve gencligi, insani durgun ve birbirine selam vermeden dakikalarca asansor bekleyen kibirli ve somurtuk insanlara ceviren plazalarda son buldugu icin, daha da potansiyel evlenilecek Netas yagiz delikanlisiyla evlenemeyecegim. İste bundandir ki, yemisim Netas'ini!

14 Ağustos 2014 Perşembe



meteoroloji

"Meteoroloji"nin kısaltmasını "Meteor" olarak kullanarak, internet erişim adresini bir zamanlar "www.meteor.gov.tr" olarak seçen "taşlara" gelesice bir kurumun, akşam saat 6'dan 12'ye kadar "güneşli" bir hava olacağını iddia etmesi, benim bu dünyaya dair tüm inançlarımı sarsıyor! Şimdi ben bir daha ona nasıl güvenip de şemsiyeyi uygun bir zaman ve mekanda açayım? Havalar nasıl olursa olsun, hiçbir şey yurdumun İETT'sinin sıcaklığını hissettiremiyor bana! Tıklım tıklım dolmuş bir metrobüste benim için açılmış bir kıçlık yerdir şimdi benim için mutluluk... Belki de hızlanmak için ortasındaki kanatları çırpan; türünün ilk örneklerinden bir körüklü ve antika değerinde otobüsün kanat çırpışlarını görüp, o sesi hissetmektir...Fakat, kilometrelerce uzaktadır da benden... İşte böyleah... Hayat garip, otobüsler, meteorlar falan...

13 Ağustos 2014 Çarşamba

trendyol

Sonunda ilgimi çeken kategoriyi ve tercihimi erkekten yana kullanıyorum! Ahahaaa bu ne laaan! Ne iş çeviriyor, ne satıyosunuz olum siz?:D

ARSE-NAL!

Arsenal Emirates Stadium
Arsenal Emirates Stadium
THAT'S MY FAVE!!!!:D
English people should have called "ass" as "ass"!!! "ARSE"nal means in Turkish... "kıçımın kenarının takımı!!!"

Facebook'tan Gelen "Nasıl Hissediyorsun, Şeyda?" Sorusu

"Nasıl hissediyorsun, Şeyda?"ymış! Sana mı dert lan Facebook? Hep bir antin kuntinlik, hep bir önemsiyormuş tavrı, bir direkt isimle hitap edip, ulaşma arzusu... Bana böyle yapmacıklıkla gelme, beni bırak bi kendime halime... Bir şey diyecek olsam diyorum zaten, değil mi?!!! Sanki kötüyse düzeltebileceksin anasını satayım! Dünyadaki tüm üyelerini toplasan ne düşünüyorum, ne hissediyorum; hiçbir haltımı değiştirmeye gücün yetmez Facebook... Zaten iyice mantık yolundan, duygu yoluna geçip muntazaman "ivmeleşmişsin". Ya da insanların çoğunun düşünen bir varlık olmadığına fazlasıyla şahitlik etmiş olduğun için ne düşündüklerini sormaktan vazgeçip, insana insan özelliği katan özelliklerden farklı olarak; daha bir içgüdüsel dürtülere yönlendirmişsin. Neyse en azından bundan sonra "yağmur yağıyor", "kar yağıyor", "trafik yoğun" diyemezler, "tespitçi geldi haanım" şeklinde... Bunlar insanın ne hissettiği değil; ne gözlemlediğidir çünkü... En azından bunun ayrımına varılırsa belki biraz daha tahammül edilir olursun sen de sayın illet! hofff....

Abi mi?! Canın sağolsun...

Minibüste telefonla "konuşurken abi diyen kız"ı, gerçekten ağabeyiyle konuşuyor sanıp, "vay be kız resmen agabeyiyle aşk hayatını paylaşıyor, nasıl bir kardeşlik anlayışıdır?!" diye hayret ederek dinleyip, yolun ortasında abi li konuşan kız formatını hatırladım. Yaşlanmış mıyım ne?!:)

12 Ağustos 2014 Salı

Redd'in "Beni Sevdi Benden Çok" Ağıtı Nedendir?

"Kar gibi soğuk elleri" ve "Kızınca dikenlerinin batıyor" olması, bu demek olmuyor imiş... Öncesinde demiştin ki "Aşk bu kadar zor mu?". Aha bu da sana cevap olsun Redd! :) Adam aşkı bulduğuna sevinememiş; ayrılık ağıtı yakmış sanki... Madem seni sevdi senden çok, daha niye damar lan!! Daha neyin bunalımındasın :S Jessie J'e de teşekkür etmeyi unutmasınlar imaj tırtığı için, ama severim ben böyle kadını, gavur aparması olsa da:)





Formumu Burger King'e gidip türlü kızartma yerken, yanlarında yağı yüzde 50 azaltılmış; geğirik hissiyatı veren mayonez yemeğe borçluyum!... Yahu! Belli ki bir tercihi olan insanım, kızartmanın yanında yiyeceğim kılliiğcik mayonezin yağı mı kurtaracak beni! Obez olmakta sorun görmüyorum belki... Niye bana cebren light şeyler yediriyorsun! Bir yemek zevkim var, bir de zaten sürekli bol gelen pantolonlarım... Onları da al elimden! Yok anam bu ülkede ötanazi hakkı verilene kadar yüzyıl geçer. Bu kadar mı iyiliğini düşünür de seni yaşatmaya çalışırlar yaa!! Ötanaziye nasıl geldim bilmiyorum ama memleket de kurtarabilirim o %50 az yağlı mayonez üzerine... Çok içerledim; çok da bozuldum hah bu işe!

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Vov canısına! Kayfe Dünyası’nda vitaminli sıcak çikolata 5; sıcak çikolata 6.50 imiş. Enayi miyim canim ben! Hem ekonomik hem faydası yüksek olan tabii ki! Marka manyaklığını ölçen sosyolojik bir test mi ki?! :p Oyhh afakanlar:)

Karıncayı balkondan aşağı atarsak ne olur?

İlaç sıkıp da acı çektirerek öldürmek istemediğim karıncaları toplayıp beşinci kattan aşağı attığımda, yere ulaştıkları zaman ne durumda oluyorlardır acaba? Gerçekten iyilik mi yapıyorum? 
Beş kat kılliicik bir karınca için ne demektir yaa!!! Korkudan ve adrenalinden, yere ulaşana kadar havada patlıyorlardır mı sanki, nööööooo diye bağırmak suretiyle:S 
En azından bir belirsizliğe göndererek, yaşamaya devam ettikleri ihtimali sadece vicdanımı rahatlatmak için mi? Zaten yaşasalar da ömürlerinin büyük bölümünü vererek, kavimce yerleştikleri kattan aşağı gönderilince, sevdiklerinden uzakta yeni bir hayat kurmaları ne kadar anlamsız gelecektir.
Obsesif şekilde toplayıcı ve stoklayıcı paranoyak yapılı bir yaratık olan karıncanın boğazından lokma geçmez onu sığınaklarına götürüp sevdikleriyle paylaşmadan... Tek başına yemez de... Ölür üzüntüden bu... Te Allah'ım hah! Ters dönmüş kaplumbağa çaresizliği geldi aklıma şimdi!!! ÖFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFF....


Daha sonradan gelen edit:
Aramaya inanarak yaptığım araştırma sonucunda cevabı, http://www.eksiduyuru.com/mobil/duyuru/79241/karincalar-yuksekten-dusunce-olur-mu 'dan görünce, konuyu tek dert etmiş kişinin ben olmadığımı fark ettim:) Bir de konuya cevap verecek derecede ilgili ve bilgili insanlar da varmış. Keşke sözlükler eskiden olduğu gibi güncel kalabileydi. Facebook ve Twitter da sosyal medya ürünü lakin, bir cevap alınamıyor işte...:(


Barbie ve Cindy arasındaki fark nedir? Ken niye hep tektir?

Siyah perdelerimin yerine, annemin odama yaptığı "darbe"yle gelen beyaz ve simli, kımıl kımıl perdeyle, oğlan çocukluğundan, kız çocuğu olma yoluna girmiş bulunuyorum bu yaşımda. Artık 50 yaşımda evrimimi tamamlarım diye düşünüyorum. Sen, odan aydınlandı, diyorsun anne ama, benim içim nasıl karardı biliyor muğsun?!!! Duvar kağıdı olarak barbie deseni istiyorum duvarın ortasından aşağı doğru, maksat "ivmelik" olsun hadi.
Barbie'yle Cindy arasindaki fark ne acaba? Farklı şirket mi, farklı bir bebek türü mü, yoksa göbek adı mı?
Pekiyi Cindy ve Barbie varken niye Ken hep bir tane? Modern dünya da, ilkel dünya da hep çok eşli işte. Şarap içen zenginse, entelektüel; fakirse ve gazete kağıdına sarıyorsa, şarapçı. Tarikat üyeleri kendilerine zincirle vurunca yobaz; İskandinav ülkelerine gidip kendini kırbaçlatanlar medeni ve cinsel hayatlarına saygı gösterilesi...
Hayat çok karmaşık. Tam diyorum ki "Haa demek bu böyleyken böyle..." Ama sonra bir bakıyorum diğeri de öyle :S Kim çocuğunun Pamela Anderson vücut formatıyla bir arada olmasına izin verir ki? Woaww!!
Tam sümkürürken, "Aaa... Grip mi oldun?" sorusuna nasıl bir cevap umarak sabırsızca sorar ki insanlar? Kafasının içindeki tüm akışkan madde burnunu terk etme yolundayken, peçeteyi burnundan uzaklaştırıp, sümükleri uzaya uzaya cevap veren bir insan görünce nasıl bir mutluluk duyacaklardır? İşte böyle, bazen hayat beni derin düşüncelere sevk ediyor...

5 Ağustos 2014 Salı

İşyerinde tuvalete girip, Şebnem Ferah'ın "Ben bir mülteciyim. Burada aslında sınır yok. Kazanmak kaybetmek yok" sözlerini, "Ben bir müşteriyim. Benim aslında suçum yok. Kazanmak kaybetmek yok." şeklinde  mırıldanmaya başlamak, bir bankacının müşterilerle empati kurması mıdır?
Anlayışımdan ötürü özür dilerim:(

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Şeyda'yla Mutfak Kiyfi: Nasıl Yemek Yaptım? (Patates Haşlaması)

Benim de artık yemek tarifli bir blogum var. Hell yeahh biçısssss!!!

Blog açtım ama hiçbir üretkenliğimi sergileyemiyorum: Ne modadan anlıyorum, ne yemek yapabiliyorum, ne çocuğum var, ne de bir el becerim; anca kuru laf hep seni lanet karı diye kendime saldırırken, çeşitlenmiş mide sorunlarım yüzünden yiyecek skalamın daralması ve annemin de beni satarak tatile gitmesi üzerine "Eeaaman ne olacak, Patates de mi haşlayamacağım!? Yok artık eben!" diyerek başladığım, hayatımın ilk official yemek yapma denemesidir:



  1. Patatesi su dolu tencereye koydum.
  2. Su kaynayana kadar her saniye mutfağa gidip, sıkıntıyla bekledim.
  3. Su kaynayınca, "Yok, bu hemen kıvama gelmez de şimdi... Biraz daha bekleyeyim ben" diye, bir de çok anlıyormuşum gibi, bir müddet daha bekledim.
  4. Ocağı söndürdüm. Birkaç saat sonra patatesi tencereden aldım.
  5. Soydum... (Huu...)
  6. Büyük bir çatal alıp, bütün halindeki patates ezilsin diye üzerine doğru bastırdım ve geri tepti, "Meğer biraz daha zaman vermeliymişim." dedim.
  7. Patatesi biraz daha kaynatmak için tencereye baktığımda gördüğüm, patates kabuğundan ayrışmış toz topraktan iğrenip, tekrar içine koymaya gönlüm razı gelmediği gibi; tencereyi temizleyip tekrar su doldurup kaynatmayı da gözüm yemedi.
  8. Tam anlamıyla haşlanamamış olan patatesi, bıçakla bir kaç parçaya ayırıp, mikrodalga fırına koydum.
  9. Mikrodalga fırından aldığım patatesi bu kez, bir öncekine haline kıyasla daha bir ezilebilir buldum; bir daha ısıtmaya gerek duymadım.
  10. Bir miktar tuz koyup, biraz da öyle karıştırmak suretiyle ezmeye çalıştım, tabaktan taşırmamaya çabalayarak...
  11. Tadına baktığımda, göz kararı atmış olduğum tuzun tam da hayal ettiğim tadı verdiğini hissettiğim anda, aşçılığın büyük kısmını çözmüş olduğumu hissettim. Ama görüntü yine de içler acısıydı:(
  12. Ama yine de yedim... Çünkü nimet:( Bana bir daha yemek seçiyorsun; yemiyorsun demeyin!!! Allah çarpar valla yaa!!!:(



3 Ağustos 2014 Pazar

Sevelim Sevilelim 200 TL

Sevelim Sevilelim

Maneviyatı yüksek adamın, maddi değeri yüksek metalar üzerine yazılmış sözleri neyin ironisidir. Şimdi böyle mi olduk Sayın Merkez Bankası?! :) Bir anda hoooh... kuşlar çiçekler, türlü rengarenk şekiller...Yunus Emre'nin "aşka gelme"sini sen tamamen yanlış anlamışsın bebeğmm...

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Karpuz çekirdeğinden, tarlalar yapmak...

Zaten ben, kalorifer peteğinden damlayan suyla yeşerir hale gelmiş karpuz kabuğunun çekirdeğini ayrı bir yere alıp büyütmeye çalıştığımda da öldürebilmiştim.

Cicibebe


Sormak istediğim bir soru var: Eti Cicibebe'yi hala bebeğine mama olarak hazırlayıp, yediren bir anne var mı? Eğer yoksa, bu durum, doksan bilmem kaç yılı sonrasında çeşitlenen bebek mamalarıyla, "faydalı şeylerin tatları hep kötü olur." subliminal mesajları verilerek, muhteşem bir tada sahip olması nedeniyle, besleyici özelliği inandırıcılığını kaybetmiş olan Cicibe'nin mama özelliğinin unutulup; sadece bir yetişkin nostaljisine dönüştürüldükten sonra doğmuş olan neslin, daha bir geri kafayla yetişmesinin bir açıklaması mıdır? Muhallebinin tadı da erkek olsa evlenilesi olmasına rağmen, içine milyon tane toz konarak, çocuğu hak yollu yemeklerden soğutup, fast-food'a iter ki, anasının elindeki zehirlerle daha fazla beslenmesin; evinden ırak olsun. Sonra vay efendim eşeklere ineklere bağır "Ali'nin karnı acıktıııı...." diye, doğalsın ve tadın da iğrenç diye... Milupa'ymış, Aptamil'miş! Güzel bir tat alamadan büyüyen bir nesil, güzel ve kötüyü nasıl ayırt etsin?! Bu çocuk Cicibebe'yi, muhallebiyi yeyip, üzerine de tarhana çorbası içip; ıspanağı yemezse, zirveyi ve dibi aynı anda tadamaz: Justin Bieber'ı bile dünyadaki en iyi şey sanabilir.

1 Ağustos 2014 Cuma

Annemin meşhur kalıpları vardır: Noktalar yerine farklı kelimeler yerleştirerek, her türlü duruma uyarlayabildiği...
1-"..., ...dır."
2-"...ya, ... denir."
Telif haklarına zeval getirmeyeceksem, ben de şöyle demek isterim: 
1-"Salak, salaktır."
2-"Salağa, salak denir."
Anam zeki kadındır vesselam... Tek bir hareketle bile belli olacak akıbeti anlayabilmemiz için sloganlaştırarak kafamıza çakmış zamanında ama ergen kafasıyla anlamamış; alay etmişiz.
Velhasıl "Ot, ottur; bok da bok." Ben sığlığım gereği, durumlara uygun atasözü, deyim yazıp lafı gediğine koyamam; "'ana' sözü"m budur bundan mütevellit.
Bir tek telefonda konuşurken, "olt(u), hat(i)" diyor olmasının nedenini hala çözemedim ama onun da vardır bir şifresi... "Sevgi" yanı başımızda; ama bir o kadar da uzak:)) Hell yeahh Momma!!!:)

31 Temmuz 2014 Perşembe

Turnike

Her mesai bitiminde, "Bugün de sağlam çalıştın, haydi şimdi evine koş koçum!" samimiyetiyle, her geçişimde kıçıma şaplak atarak, dış dünyaya açılmama start veren turnikeyle, bu seviyesiz münasebete bir son vermek için, ona nasıl yaklaşmalıyım artık bilemiyorum. İlişkilerimizde bir sınır olmalı ama yahu!

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Kel Kadın

Sabahları uyandığında perdeyi ve pencereyi açmaya ve güneşi görüp havanın kokusunu almaya ihtiyacı yoktu onun. Geceleri tavanından görünen yıldızları izlemek yetiyordu ona. Ona göre, güneşin kuvvetli ışıklarına gerek yoktu o kadar da. Işıkların gücü artınca görünecek şeyler farklılık göstermiyordu nasılsa ve tasarruf etmek lazımdı! Hem zaten güneşe bakıp bir şeyler söylemek; onunla konuşmak zordu. Evet, biraz “kızgın”dı ve bir şey söylemeye gelmiyordu pek:) Yıldızlar daha sevecendi sanki. Yerlerinde kıpırdamadan duramadan; heyecanla ve merakla söylenenleri bekliyor ve sonra yavaş yavaş kaçışıyorlardı.
Günün ışıkları yandığı sıralarda hızla ve telaşla yolduğu saçlarıyla ilgili planları vardı onun belki de. O, Rapunzel’in ayrı bir versiyonuydu! Hayallerine ulaşmak için tutunacak telleri biriktiriyordu gizli “yer”lerde. O’na o telleri sayması bunun için söylenmiş olmalıydı: bir gün onları birleştirip, hayallerine ulaşması için. Böylece hayalleriyle bir bağlantı kurabilirdi. Ama bir şeylerin elinde olması ve çok sayıda olması her zaman iyi bir anlama gelmiyormuş!:)
Olması gereken her yaşta olmuştu artık. O’na dedikleri gibi… 9 yaşında oldu… 12 yaşında oldu… 15 yaşında oldu… 18 yaşında oldu… her sözü dinleyip, söyledikleri tüm yaşları yaşamıştı. Yaşlanması işe yaramayınca, aşık olması gerektiği söylendi O’na! Söylenen her şeyi yapmak istemiyordu artık. Hayatına bu kadar müdahale yeterliydi! O’na kalsa mutlu sonlara gerek yoktu zaten. Tüm odaları terk etti. Güneş ışığına gerek yoktu. Zaten sırt ağrılarına bile iyi gelmemişti. Karanlık bir koridor seçti. Nasılsa görmesi gereken her şey yine aynı netlikte görünebiliyordu. O da tasarruf etti. Mesela elektrik ve sudan! Kendi kaynaklarından harcamış olduysa da en azından maddi bir kayıp yaşatmadı!
20 yıllık alışkanlıktı ne de olsa giderek artan. Bırakmak zordu tutunması için biriktirmiş olduğu ipleri. Birleştirilemeyecek kadar kopuklardı ve birbirlerini tutmamaycak kadar da güçsüz. Aslında Rapunzel’in ayrı versiyonu falan değildi o! Kurdurulmuş hayalleri gerçekleştirmek için önüne oyalayıcı bir yöntem konulmuş bir “çöp ev” sahibiydi. Evini temizleyip, oradan çıkardığı samanlarla doğalgazdan tasarruf edebilirdi mesela.
Cesaret, doğru cümleleri kurmaktı: arkasından söylenenler veya yüzüne söylenen ima dolu cümleler değildi.

29 Temmuz 2014 Salı

Bayramınız Ne Olursa Olsun!

Live In Gaza... http://www.ustream.tv/occupiedair 
And the KILLER ISRAEL claps this view!!! They are sending bombs every fucking minute! And 2.600.000 people are watching it...

Live Gaza
Live Gaza

Her yıl geldi diye üzülüp, "yine mi insan seli?!" diye beni bunalımlara gark eden bayram arifeleri ve sabahlarındaki tüm oflamalarımı içime dürüp sokmuştur, mübarek günlerimizde şerefsizce bir yöntemle insanlara saldıran katiller. Tarifini türlü betimlemelerle yapabilecekken, Ayşe'nin ilk adımlarını anlatmak için, diğer çocukların katledilmesi sebebiyle içime ot tıkıldığından, "Çok şükür yürüyebiliyor; keşke diğerleri de bu kadar şanslı olabilseydi" diyerek de susturmuşlardı.
Beddua etmek istemem ama Allah umarım o bombaları tersine çevirir ve belki de daha empatik bir dünyamız olur. Büyük bir soykırımın yaşandığı ülkeler için, bayramlarının "alelade bir gün gibi" geçmesini diliyor; birbirlerini öldürmekten ilginç bir şekilde zevk alan diğer tüm "müslüman nüfusu çok olarak anılan" ülkelerin "müslümanlığından şüphe ederek", nasıl bir bayram geçirdiklerini veya geçireceklerini umursamıyor ve kutlamıyorum. Mutluluk ve huzur gerçekten de yanlış yerlerde... Allah herkese merhamet versin... Bayram geldiğinde alkollerinizle kutlayabiliyorsunuz mübarek ayın bitişini... Çok şükür hepimizin tuzu kuru sayın piçler...

#KillerIsrael
Yandex.Metrica